27 Haziran 2013 Perşembe

Pişi di Zukka*

Pişi di Zukka*

Anneme özgü kahvaltı atıştırmalarındandır balkabaklı pişi. Bizim evde balkabağının ayrı bir yeri vardır. Zaten öyle bir şey ki neyin içine girse yakışıyor börek,ekmek,tatlı,çorba hatta cheesecake.  Malum bir de kocaman olunca annem mutfağa girdi mi o gün canı ne isterse pişiriveriyor hatta bir kısmı temizlenip buzluğa atılıyor sonra tüketilmek üzere. Geçen pazar da teyzemle buzluktaki balkabağı dilimlerinden birini değerlendirelim dedik ortaya şöyle bir pazar kahvaltısı yandaşı çıktı.



Bu annemin tarifine göre içerik olarak çok benzer fakat sunumda bazı değişiklikler yaptık teyze usulü güncellenmiş balkabaklı pişi- pişi di zukka diyelim buna :)

Hamuru basit ekmek hamuru(un,maya,süt veya yoğurt,tuz,şeker). Kendiniz mayayla yoğurup kabarmasını bekleyebilirsiniz yok az vaktim var derseniz en yakın fırından da alabilirsiniz. 


İçi için balkabağını rendeliyoruz, kekik, nane ve karabiber ekliyoruz. Anneminkinden farklı olarak peynir ekledik. Dilediğiniz peyniri ekleyebilirsiniz. Ben tuzsuz lor ekledim çünkü balkabağı tatlı cinstendi o tadını korusun istedim ama yine de çok çok az tuz ekledim.




Burada gördüğünüz gibi bir parça hamur alıp ortasına hazırladığımız karışımdan koyup kapatıyoruz sonra kızgın yağda kızartıyoruz. Ocakbaşı bana, teyzemden ufak bir ipucu geliyor: “Hamuru yağa attığın an ters çevir ki hamur biraz daha kabarsın.” size de iletiyorum böylece daha pofidik oluyor pişilerimiz.


Üstüne veya karışımın içine biberiye koyma fikri geldi aklıma sanki aroması iyi gider gibi. Bir dahaki sefere deneyeceğim size de öneririm.

Geriye mideye indirmesi kalıyor ister sade, ister reçel veya peynirle birlikte. Afiyet olsun!


* balkabaklı pişinin güncellenmiş hali olup tamamen uydurmasyona dayalı, yiyenlere keyif vermek amacıyla kar gütmeksizin yaratılan pofidik bir lezzet türü.

25 Haziran 2013 Salı

Omenlerin Dili



Uzun zamandır zaradamcılık oynamamıştım. Okuyanlar bilir, bilmeyen için açıklayayım hemen. Bir de benim kendime uyarladığım hali tabi bu. A noktasından B noktasına gitmeye çalışmadan, kafama estiği gibi, gerektiğinde ya paraya ya zara kafama gore opsiyonlar verip ne çıkarsa bahtıma yaparım. Yeni gelen vapura ya da duraktaki herhangi bir otobüse atlamak, hangi yöne döneceğime, yürüyeceğime karar vermek gibi.

Içimdeki sıkıntının kat be kat artması. Bugün hissedilir yüksekliğe ulaşması. Sanki oradan çıkmak için yol arayan bu yüzden de durmadan kurcalayan bir ‘şey’. Farkında olmadan büyüttüğüm,beslediğim, bir parçam olmaya yaklaşmış ama öte yandan vücudumun alışamayacağı kadar da ben değil, reddedilen üvey çocuk. Yaşarken mutlu, geriye dönüp baktığımda kimin zaman keşke olmasaydı pişmanlıklarıyla kimi zaman da artık o benim parçam, bana beni katan yoğuran olgunlaştıran dediğim ‘şey’. Sonunda dur demek için gelen yolu takip ettim sanki. Önümde bana işaret bırakan gizli bir el varmış gibi.  Bir sürü ufak zincir halkasının birleşimi belki de. Şu olmasaydı bu, bu olmasaydı o olmazdı olaylarının bütünü.

O kadar güzel bir şey ki.. Deniz kıyısında başı boş yürümek, ,insanları izlemek,  üstünde hiç bir yük ve sorumluluk olmaması, yaşadığını hissetmek, herkesi her şeyi kucaklamak istemek,büyük bir güven ben her şeyi yaparım hissiyle gelen, gülümsemek, iç çekmek, ağlamayı ve gülmeyi aynı anda istemek.

Ve Abbasağa Parkı’ndayım. İnsanları dinliyorum.

İspark çalışanı adam.
Jönglör çocuk.
Sarı tüylü kopek.
Öksüren yaşlı teyze.
Arkadan gelen viyolonsel’in müthiş tınısı.
Hafıza.
Kadın.
Tereddüt.
Şans.
Kader.
Sarılmak.
Beni bekleyen ve beklenilen Omen.
Aydınlanış.

Paulo Coelho’nın Santiago’suyum ben. Nedenci-kaderci insan. Omenlerin varlığına inanan ve ilginçtir ki sorgulamayan.  

Bana cook uzun gelen bir sure beklediğim, dün şiddetle dilediğim omen şu an eve gelirken bile beni otobüste deli deli gülümseten o işaret.

Bundan sonra same shirt, different day.

Teşekkürler. ( Çok içtenim!)




6 Haziran 2013 Perşembe




Magritte- The Son of Man

"At least it hides the face partly. Well, so you have the apparent face, the apple, hiding the visible but hidden, the face of the person. It's something that happens constantly. Everything we see hides another thing, we always want to see what is hidden by what we see. There is an interest in that which is hidden and which the visible does not show us. This interest can take the form of a quite intense feeling, a sort of conflict, one might say, between the visible that is hidden and the visible that is present. " (1964)



'Gerçeğin ne olduğunu asla
Anlamaya çalışmanın zaman kaybı
Aslında ne tek bir gerçek
Ne de neden sonuç var ucunda.

Belirsizlikler çok fazla kafanı karıştırdığında, onu daha da karıştırırsın bir yere varma umuduyla. “Gerçek şu işte!” diyebileceğin neden/ler için her şeyi netleştirmeye yeter dersin.

Gerçeklik olgusunun devreye girdiği an.. Her bir an ile değişir gerçek. Her bir hissiyat,yaşanmışlık ve farkındalık yeni bir değişime o da yeni bir gerçekliğe çıkar.

“Everything we see hides another thing, we always want to see what is hidden by what we see, but it is impossible. Humans hide their secrets too well....”

Peki, o andaki hisler, yaşananlar ve farkına varılanlar ne kadar gerçektir o zaman. Her insan kendi gerçeğini mi gösterir karşısındakine ya da olmak istediği-isteyeceği insanın gerçekliğini mi? Olmak istediğin insanı nereden biliyorsun daha once hiç oldun mu ki nasıl davranacağını biliyorsun yoksa el yordamı tahminlerle mi ışığa varmak istiyorsun. Gerçeğin ışığın arkasında olduğunu bile bilmiyoruz. Gözlerdeki ışığı takip etmek tek care belki de. Onu da kaybetmemeye uğraşmalı ya da başkasının gözünden çalmalı. 







Eyes Wide Shut ( bunu da çalabiliriz:  http://www.youtube.com/watch?v=CoZJdil0_HI )

Gözlere çok fazla anlam yükleyenlerdenim. İnsanın enerjisi gözlerine oradan da başkalarına geçer. Nazar değmek, göze gelmek de ordan gelmez mi zaten batıl inanç falan değil doğru bence. Uzak doğu felsefesindeki yedi çakrada da alın çakrası üçüncü gözü temsil eder. Bedenimizdeki alın çakrası hislerin beyinle bağlantısını değerlendiren, kişinin kendi ve dış dünyayla arasındaki köprüsüdür. O yüzden, insanın gözlerinin içine bakarak anlayabilirmişiz içindekini. Ne yazık ki göz kontağında birazcık başarısız bir insanım. Bir arkadaşım söyleyene kadar fark etmemiştim. Her zaman değil de çoğu zaman dikkatimi çeken başka bir şeylere bakarken yakalıyorum kendimi. Ama artık biliyorum ya hep bakıyorum bazen gülesim geliyor bazen de ne güzel gözleri varmış diyorum içimden karşımdaki için ya da vays vörsa.





Sonuca neden aramanın dayanılmaz ağırlığı

Gerçeklik yoksa neden aramanın anlamı yoktur o halde. Ya da şöyle benim gerçeğim var, senin, onun, hepimizin gerçekleri var. Hepimizin bunu aynı nedene de bağlayabiliriz, farklı nedenlere. de Belki de nedeni yoktur, yani her şey ihtimaller dahilinde.

Nedensellik hayatımıza liseden kalma galiba. Neden sonuç cümlesi ararken buluyorum kendimi şıklar arasında.

Trafik olduğundan geç geleceğim.

.
.

Tamam o zaman.


Nedene sebep olan nedenler- alt nedenler yani onlardan ne haber?



Bu cümlede asıl anlatılmak istenen hiç bir şey yok. Aslında ortada bir neden de yok, gerçekler beyin kıvrımlarımızda yatıyor. Zamanında yorumlamak için ehil olmak gerekiyor ya da zaman seni harcıyor.







Çözümleme 

Her davranış, her olay arkasında çözümlenebilecek bir sudoku bırakır. En sevdiğimden. 1’den 10’a kadar saydığımda her şeyi unutmak isterim. Sıra gelir yenisine beş yıldızlıya enerjimin kalmadığı an kaçıp kurtulmak isterim.



Dipnot - OHA!


http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/06/28/iste-dunyanin-en-zor-sudokusu


Çözebilene aşure tenceresi dolusu zuppadizukka yolluyorum :)