Uzun zamandır zaradamcılık
oynamamıştım. Okuyanlar bilir, bilmeyen için açıklayayım hemen. Bir de benim
kendime uyarladığım hali tabi bu. A noktasından B noktasına gitmeye çalışmadan,
kafama estiği gibi, gerektiğinde ya paraya ya zara kafama gore opsiyonlar verip
ne çıkarsa bahtıma yaparım. Yeni gelen vapura ya da duraktaki herhangi bir
otobüse atlamak, hangi yöne döneceğime, yürüyeceğime karar vermek gibi.
Içimdeki sıkıntının kat be kat
artması. Bugün hissedilir yüksekliğe ulaşması. Sanki oradan çıkmak için yol
arayan bu yüzden de durmadan kurcalayan bir ‘şey’. Farkında olmadan
büyüttüğüm,beslediğim, bir parçam olmaya yaklaşmış ama öte yandan vücudumun
alışamayacağı kadar da ben değil, reddedilen üvey çocuk. Yaşarken mutlu, geriye
dönüp baktığımda kimin zaman keşke olmasaydı pişmanlıklarıyla kimi zaman da
artık o benim parçam, bana beni katan yoğuran olgunlaştıran dediğim ‘şey’. Sonunda
dur demek için gelen yolu takip ettim sanki. Önümde bana işaret bırakan gizli
bir el varmış gibi. Bir sürü ufak zincir
halkasının birleşimi belki de. Şu olmasaydı bu, bu olmasaydı o olmazdı
olaylarının bütünü.
O kadar güzel bir şey ki.. Deniz
kıyısında başı boş yürümek, ,insanları izlemek,
üstünde hiç bir yük ve sorumluluk olmaması, yaşadığını hissetmek, herkesi
her şeyi kucaklamak istemek,büyük bir güven ben her şeyi yaparım hissiyle
gelen, gülümsemek, iç çekmek, ağlamayı ve gülmeyi aynı anda istemek.
Ve Abbasağa Parkı’ndayım. İnsanları
dinliyorum.
İspark çalışanı adam.
Jönglör çocuk.
Sarı tüylü kopek.
Öksüren yaşlı teyze.
Arkadan gelen viyolonsel’in müthiş
tınısı.
Hafıza.
Kadın.
Tereddüt.
Şans.
Kader.
Sarılmak.
Beni bekleyen ve beklenilen Omen.
Aydınlanış.
Paulo Coelho’nın Santiago’suyum ben.
Nedenci-kaderci insan. Omenlerin varlığına inanan ve ilginçtir ki sorgulamayan.
Bana cook uzun gelen bir sure
beklediğim, dün şiddetle dilediğim omen şu an eve gelirken bile beni otobüste
deli deli gülümseten o işaret.
Bundan sonra same shirt, different
day.
Teşekkürler. ( Çok içtenim!)